TÜRK TASAVVUF EDEBİYATINDA ‘ŞÂH-I ŞEHÎDÂN’ TÂBİRLİ BEYİTLERE GENEL BİR BAKIŞ

TÜRK TASAVVUF EDEBİYATINDA ‘ŞÂH-I ŞEHÎDÂN’ TÂBİRLİ BEYİTLERE GENEL BİR BAKIŞ

15 Eylül 2018 Cumartesi

Türk tasavvuf edebiyatında ‘şehîd’, ‘şehîd-i aşk’ gibi mazmûnların yanında dikkat çeken mazmûnlardan birisi de ‘şâh-ı şehîdân’ mefhûmudur.

 

Edebî metinlerde ‘şeh’ şeklinde de geçen ve daha ziyâde ‘hükümdâr, pâdişah, sultân’ anlamında kullanılan ‘şâh’ kelimesi, satranç oyununda en önemli bir taşın adı olduğu gibi İran ve Afgan hükümdârlarına, büyük sûfî, tarîkat pîr ve şeyhlerine unvân olarak da verilmiştir.

 

‘Şâh’ kelimesinin yukarıda belirtilen anlam ve kullanımlarına ilâveten Türkçe isim tamlamasının ikinci, Farsça terkiplerin birinci öğesi olarak kullanımı yaygındır. Hz. Peygamber için kullanılan ‘Şâh-ı cihân (cihânın şâhı), Şâh-ı enbiyâ (peygamberlerin şâhı), Şâh-ı kevneyn (iki âlemin şâhı), Şâh-ı levlâk (Levlâk’ın şâhı), Şâh-ı risâlet (peygamberliğin şâhı)’ ve Hz. Ali için ‘Şâh-ı merdân (erlerin, yiğitlerin, mertlerin şâhı)’, ‘Şâh-ı Necef (Necef’in şâhı)’, ‘Şâh-ı velâyet/vilâyet (Velîliğin şâhı)’ tâbirleri bunlardan ilk akla gelenlerdir.

 

İşte böylesi tâbirlerden birisi de Hz. Peygamber’in torunu, Hz. Ali’nin oğlu, Kerbelâ’da Yezîd tarafından 10 Muharrem 61/10 Ekim 680 tarihinde hunharca öldürülerek şehîd edilen, Müslümanların gönlünde kapanmaz bir yara, sönmez bir ateş, tarifsiz bir acı ve hüzün bırakan Hz. Hüseyin için kullanılan ‘Şâh-ı Şehîdân (Şehîdlerin şâhı)’ tâbiridir. Bu tâbir, ‘şâh’ kavramının mânevî ve zihinsel yönüne işaret ettiği kadar sûfî şâirin tarih tasavvurunu, hayat tarzını ve düşünce yapısını ortaya koyması bakımından büyük bir ehemmiyet arzetmektedir. Burada dikkatleri celbeden bir başka husus da şehîdliğin kudsiyeti ile Ehl-i Beyt’in mânevî kimliğinin bir araya gelmesidir. Bu açıdan ‘Şâh-ı şehîdân’ makâmı, pâyesi oldukça üstün tutulmuştur.  

 

‘Şâh-ı şehîdân’ tâbiri yerine bazen de hemen hemen aynı anlama gelen ‘Şâh-ı şehîd (Şehîdin şâhı)’, ‘Sultân-ı Şehîdân (Şehîdlerin sultânı’, ‘Server-i gürûh-ı şehîdân (Şehîdler zümresinin önderi’, ‘Ser-çeşme-i hayl-i şehîdân (Şehîdler ordusunun komutanı)’, ‘Şâh-ı şehîd-i Kerbelâ (Kerbelâ’nın şehîdinin şâhı)’, ‘Şâh-ı şühedâ (Şehîdlerin şâhı)’, ‘Şâh-ı şühedâ-yı Kerbelâ (Kerbelâ şehdilerinin şâhı)’, ‘Şehîd-i Kerbelâ (Kerbelâ’nın şehîdi)’, ‘Şâh-ı Kerbelâ (Kerbelâ’nın şâhı)’ ve ‘Seyyidü’ş-şühedâ (Şehîdlerin efendisi)’ gibi tâbirlerin kullanıldığı görülmektedir. Söz konusu tâbirlere, gerek klasik edebiyatta ve gerekse tasavvuf edebiyatımızda bilhassa Hz. Hüseyin için yazılan mersiyeler içinde çokça yer verilmiştir. Şimdi târihî seyri içerisinde önde gelen sûfî şâirlerin yahut tasavvufla irtibatı bulunan klasik edebiyat şâirlerinin bu tâbirlerle ilgili beyit ve şiirlerine bir göz atalım.     

 

Tasavvuf Edebiyatında ‘Şâh-ı Şehîdân’ Tâbirli Beyit ve Şiirler

 

Bu hususta ilk gözümüze çarpan, ‘Şâh-ı şehîdân’ tâbirini birebir kullanmasa da aynı anlama gelebilecek şekilde ifâdeleri bulunan Âşık Yûnus’tur. Nitekim o, hem Hz. Hüseyin, hem de kardeşi Hz. Hasan için ‘şehîdlerin serçeşmesi (komutanı)’ ifadesini kullanmıştır:

 

Şehîdlerin serçeşmesi

Enbiyânın bağrı başı

Evliyânın gözü yaşı

Hasan ile Hüseyin’dir

 

Fazlullah Hurûfî’ye intisâb ederek halîfesi olan sûfî şâirlerden Seyyid Nesîmî (v. 820/1417?), Kerbelâ’nın şehîdinin aşkına lâlelerin dahi başlarını yarıp kan rengine büründüklerini söyler:

 

Lâle öz başını yarmıştır Hüseynîler kimi

Kana boyanmış şehîd-i Kerbelâ’nın aşkına

 

Rûmeli abdâllarından biri olarak nitelendirilen Hayretî (v. 941/1535), Dîvân’ında ‘Der Medh-i İmâm-ı Saîd A‘nî Hüseyn-i Şehîd Radıyellâhu Te‘âlâ Anhu’ başlıklı mersiyesinde Hz. Hüseyin’i yiğitler zümresinin sultânı olarak nitelendirdiği gibi şehîdler topluluğunun önderi olarak da tavsif etmiştir:

 

Ey pâdişâh-ı zümre-i merdân yâ Hüseyn

V’ey server-i gürûh-ı şehîdân yâ Hüseyn 

***

Anın hâki mefhar-i âl-i Nebî durur

Ya‘nî Hüseyn-i şâh-ı şehîdân yâ Ali

 

Aynı dönemde yaşamış klasik şiirin zirvelerinden biri olarak kabul edilen ve Kalenderî-Haydarî zümresinden olan Hayâlî Bey (v. 964/1556), bir beytinde, dünya gamına dalmışların Muharrem ayında Kerbelâ şehîdi için âh u vâh edenleri asla anlayıp bilemeyeceğini söyler:

 

Gam-ı dünyâ bizi bilmaz velî mâh-ı Muharrem’de 

Şehîd-i Kerbelâ içün bir âh u vâhımız vardır

 

XVI. asrın Hurûfîlik düşüncesiyle yoğrulmuş, Bektâşîlerin yedinci büyük şâiri olarak kabul edilen Virânî, bir beytinde ezelden Kerbelâ şehîdi Şâh Hüseyin’in kulu olduğunu söylerken, diğerinde Hz. Ali’nin Hz. Peygamber, Hz. Hasan, Kerbelâ’nın şehîdinin şâhı Hz. Hüseyin olduğunu dile getirir:

 

Ezelden abdiyim şâh-ı Hüseyn’in

Şehîd-i Kerbelâ’nın bendesiyim 

***

Ali Ahmed Hasan şâh-ı şehîd-i Kerbelâ’dır bil

Ali’dir Âbidin Bâkır Ali’dir Ca‘fer-i irfân

 

XVI. asırda yaşamış olduğu kaydedilen, Bektâşîlik yoluna girdiği ileri sürülen ve ‘Hüseyn’ redifli mersiyesi ile meşhur olan Sâfî, söz konusu mersiyesinin matla‘ beytinde, Hz. Hüseyin’in can ve gönül tahtının sultânı ve Kerbelâ şehîdlerinin şâhı olduğunu söyler:

 

Ey cân u dil serîrine sultân yâ Hüseyn

V’ey Kerbelâ’da şâh-ı şehîdân yâ Hüseyn

 

Halvetî-Sinânî şeyhlerinden Seyyid Nizâmoğlu Seyfullah (v. 1010/1601) da Virânî gibi Hz. Ali’nin, Kerbelâ şehîdinin şâhı Hz. Hüseyin olduğunu söyleyerek her an bütün kâinâtın kana boyanmasını ister. O, diğer bir beytinde ise amcasının Hasan Hulki Rızâ ve dedesinin Kerbelâ şehîdinin şâhı olduğunu dile getirerek onun soyundan olduğunu belirtir:

 

Her dem içre kana gark olsun vücûd-ı kâinât

Çün Hüseyn-i şâh-ı şehîd-i Kerbelâ’sın yâ Ali

***

Benim ammim Hasen Hulkı’r-Rızâ’dır

Atam şâh-ı şehîd-i Kerbelâ’dır

 

Seyyid Nizâmoğlu’nun şehîdler şâhına olan aşk ve muhabbeti bunlarla sınırlı değildir. Onun uğrunda sînesi elif elif dağlanıp süslenmiştir:

 

Zeyn edip bir bir elifler dağlarıyla sînemi

Şâh-ı şehîdân Hüseyn-i Kerbelâ’nın aşkına

 

XVII. asrın önde gelen klasik şâirlerinden, tasavvuf alanında da ilerlemiş olan ve Esrâr Dede’ye göre Mevlevîlik yoluna sülük ederek İstanbul’a gittiğinde bir müddet Galata Mevlevîhânesi’nde kalan, ardından Konya’da Mevlânâ Türbesi’ni ziyaret etmiş bulunan Rûhî-i Bağdâdî (v. 1014/1605)’ye göre Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyt’ini sevenler şehîdler şâhının mâtemini tutmalı, yeryüzünü kana boyayarak acı ile feryat koparmalı, ıstırapla inlemelidir. Tâ ki feryadı göklere ulaşsın. Muharrem ayı yılbaşı olarak da kabul edilmiştir. Zira bu ayda şehîdler şâhının mâtemi tazelenir:  

 

Muhibb-i Âl isen tut mâtem-i şâh-ı şehîdânı

Zemîni gark-ı hûn it çarha çek feryâd-ı efğânı

***

Anınçun tutdılar yıl başını mâh-ı Muharrem kim

Cedîd olup bu ayda matemi şâh-ı şehîdânun

 

Ancak Rûhî-i Bağdâdî, kan ağlayan gözlerin, Kerbelâ’yı kana bulayıp şehîdler şâhının mezarını bir sel gibi götürmesinden de endişe etmektedir:

 

Yeter kan ağla Ruhî Kerbelâ’yı gark-ı hûn itdün

Gider sile mezârı korkarın şâh-ı şehîdânun

 

XVII. asrın bir başka Mevlevî sûfî şâiri ve asıl adı Yûsuf olan Derviş Fennî-i Sükûtî (v. 1077/1667), Kerbelâ’nın ateşinin asla sönmeyeceğini, gözlerden su yerine hep kan aktığını, bundan dolayı şehîdler şâhına âh u vâh ettiğini belirtmektedir:

 

Teskin olmaz ey Sükütî Kerbelâ’nın ateşi

Dîdemizden su yerine akdı hep kan yâ Hüseyn

Âh Hüseynim vâh Hüseynim şâh-ı şehîdân yâ Hüseyn  

  

Uşşâkiyye’nin Cemâliyye kolunun kurucusu Pîr Muhammed Cemâleddîn Uşşâkî (1164/1751), bir mersiyesinde Hz. Hüseyin’in şehîdlerin şâhı ve önderi, Hz. Peygamber’in gözünün nûru olduğunu ve Hak katından ilim almak isteyenlerin onun denizine dalması gerektiğini kaydeder:

 

Kurretü’l-ayn-ı Resûl’sün server ü şâh-ı şehîd

İsteyen ders-i ledün ol bahre dalsun yâ Hüseyn

 

XVIII. asırda Celvetiyye’nin Hakkıyye kolunun müessisi, Rûhu’l-Beyân adlı tefsiri ile meşhûr, kaleme aldığı yüzü aşkın eseriyle velûd bir müellif olan Şeyh İsmail Hakkı Bursevî (v. 1137/1725), ‘Mersiye Li-Hazret-i Seyyidü'ş-Şühedâ İmâm-ı Hümâm-ı Hüseyn-i Deşt-i Kerbelâ’ başlıklı nutkunun bir beytinde, Hz. Hüseyin’in kanlı gömleğinin; askerlerin, şehîdlerin sancağı olduğunu, bu sebeple onun şehîdler zümresinin komutanı olduğunu belirtmekte, diğer beyitte ise Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehîd düşmesi hasebiyle mâtem acısıyla güneş misali onun etrafında döndüğünü ifâde etmektedir:

 

Kanlı gömlek oldı sancağın şehîdân askerin

Sensin ol ser-çeşme-i hayl-i şehîdân yâ Hüseyn

***

Sûziş-i mâtemle devrân eylerim mânend-i şems 

Kim şehîd-i Kerbelâ’sın yâ Hüseyn-i Müctebâ

 

Gülşeniyye’nin Sezâiyye kolunun müessisi Pîr Hasan Sezâyî (v. 1151/1738), Dîvân’ında murabba tarzındaki, pek çok bestesi de bulunan mersiyesinin bir dörtlüğünde, Kerbelâ şehîdine mâtem ayı olan Muharrem’de, hasret ateşiyle ciğerler dağlanarak ağlanılması gerektiğini öğütlerken, diğer dörtlüğünde Kerbelâ şehîdinin şâhının Hz. Ali ve Ehl-i beyt’in göz nûru, babasının Hz. Ali ve dedesinin Hz. Peygamber olduğunu belirtmektedir:  

 

Ey şehîd-i Kerbelâ’ya ağlayan

Ağla mâtemdir Muharrem’dir bugün

Nâr-ı hasretle ciğerin dağlayan

Ağla mâtemdir Muharrem’dir bugün

...

Kimdir ol şâh-ı şehîd-i Kerbelâ

Nûr-ı çeşm-i Murtaza âl-i abâ

Eb ü ceddir Ali hem Mustafa

Ağla mâtemdir Muharrem’dir bugün 

 

Filibe Bektâşî Dergâhı şeyhlerinden Edirneli Mustafa Sa‘düddîn Behiştî Efendi (v. 1178/1764) ise Ehl-i Beyt’in mâteminden boyunlara zincir takılması, iniltili feryatlarla sînenin dilim dilim, lime lime yapılması, onları sevenler ile mâtem halinin müjdelenmesi ve Kerbelâ destanını yazarak figân koparıp, şehîdler sultânının mâteminin dillere vird edilmesi gerektiğini söyler:

 

Takılsun Ehl-i Beyt’in mâteminden boynuna zencîr

Figân-ı nâlelerle şerhalar çek sînene yer yer

Muhibb-i hânedân ile mâtem hâlini tebşîr

Hemîşe dâsıtân-ı Kerbelâ yazup figân eyle

Ki sultân-ı şehîdân mâtemin vird-i zebân eyle

 

Celvetiyye’nin Hâşimiyye kolunun müessisi ve aynı zamanda Bektâşîlik yolundan icâzeti bulunan, Melâmî meşrep Mustafa Hâşim Baba (v. 1197/1783), Dîvân’ında Hz. Hüseyin’i ‘Şehîd-i Kerbelâ’, ‘Şâh-ı Kerbelâ’ ve ‘Şâh-ı şehîdân’ tâbirleriyle anlatmıştır:

 

Es-salâ ey vâris-i ilm-i nübüvvet ve’s-selâm

Hutbe-i ümmü’l-kitâbdır hem sehîd-i Kerbelâ

***

Nübüvvet ümm-i hilâfet âmiri Ahmed biri Haydar

Bu sırrdur mecmau’l-bahreyn şehîd-i Kerbelâ geldi

***

Bunca ashâb-ı Resûli itdiler on gün şehîd

Vak‘a-i harre didi ol güne şâh-ı Kerbelâ

***

İki sühedâsı şâh-ı şehîdânın biri Kâsım

Birisi Ekber Abdullah bular gencine-i envâr

 

Celvetiyye’nin Hakkıyye kolu şeyhlerinden Keşanlı Süleyman Zâtî Efendi’nin halîfesi Edirneli Ali Senâî Efendi (v. 1199/1785) de Muharrem ayının mâtem, hüzün ve gözlerden kanlı yaşlar dökme ayı olduğunu belirterek bugünlerde Kerbelâ’nın şehîdinin ahvâlinin tefekkür edilmesini istemektedir:

 

Bugünlerde şehîd-i Kerbelâ ahvâlini fikr et

Serencâmı bilirken ol rızâda bastı ayağı 

 

Bulgaristan Rusçuk Sa‘dî Dergâhı şeyhlerinden Ömer Zarîfî Efendi (v. 1210/1795), bir mersiyesinde, Hz. Hüseyin için ‘Şehîd-i Kerbelâ’ tâbirini kullanarak Muharrem ayında hem Hz. Peygamber, hem Hz. Ali ve hem de Kerbelâ’nın şehîdi Hz. Hüseyin için mâtem tutulmasını öğütlemektedir:

 

Muhammed Mustafâ içün Aliyyü’l-Murtazâ içün

Şehîd-i Kerbelâ içün Muharrem'de kılın mâtem  

 

Zarîfî bir başka mersiyesinde ise Hz. Hüseyin ve Hz. Hasan’ın Hz. Peygamber’in göz nûru, sürûru olduklarını, Kerbelâ şehîdine candan, gönülden muhabbet duyduklarını ifade eder:

Kurretü’l-ayn-ı Resûli şâh Hüseynî şâh Hasan

Cân u dilden ol şehîd-i Kerbelâ’dır sevdiğim

 

XVIII. asrın önde gelen sûfî şâirlerinden ve Nakşî, Mevlevî ve Melâmî tarîkatlarına mensup bulunan Edirneli Hoca Süleymân Neş’et Efendi (v. 1222/1807), ‘Mersiye-i Hazret-i İmâm Hüseyin’ başlıklı şiirinde, Kerbelâ’da olan mâtem ve gamın hâtıra getirilerek gözlerin şehîdler şâhı için kan akıtması ve âdetâ kan seline dönüşen bu sularla çağlaması gerektiğini ifâde ederek Hz. Hüseyin’in gözyaşının bir katre mâteminin bütün âlemi rahmet denizine gark edeceğini belirtir:

 

Bir katre eşk-i şâh-ı şehîdân mâtemi

Gark-âb-ı bahr-i rahmet ider cümle âlemi

Yâd eyle Kerbelâ’da ola mâtem ü gamı

Ey dîde kan ağla İmâm Hüseyn için

Ey seyl-i hûn çağla İmâm Hüseyn için 

 

XVIII. asrın bir başka sûfî şâiri, halk arasında ‘Oruç Baba’ diye de meşhur olan, Halvetiyye’nin Şa‘bânî ve Sinânî kolundan Şeyh Mustafa Zekâyî Efendi (v. 1227/1812)’ye göre, ‘Şehîdlerin şâhı’ olma pâye ve makâmı, evliyâlık derecesinden yücedir ve onun mayası da “iki yay arası, hatta daha da az” (Necm, 53/9) âyetidir:

 

 Evliyâdan yücedir şâh-ı şehîdin pâyesi

Kâbe kavseyn-i ev-ednâ’dan alınmış mâyesi

 

Şeyh Mustafa Zekâyî Efendi, ‘Mersiye-i Şâh-ı Şehîdân’ başlıklı şiirinin girişinde, Kerbelâ şehîdinin mâteminin tâ kıyâmet gününe kadar devam edeceğini, Ehl-i Beyt’in kanının diğer kanlarla eş tutulmaması gerektiğini ve onun her damlasının dünyayı yakan çok nurlu bir güneş olduğunu, o an Kerbelâ’nın kızıl renk ile resmedilmiş yere benzediğini, sanki onun toprağına şehîdlerin rûhunun kırmızı bir yatak gibi döşendiğini söylemektedir:  

 

Şehîd-i Kerbelâ’nın mâtemi tâ rüz-ı mahşerdir

Dem-i Âl-i abâ’yı sanma her kana beraberdir

Anın her katresi hurşid-i âlem-sûz-i enverdir

Kızıl reng ile şol dem Kerbelâ arz-ı musavverdir

Döşenmiş hâkine rûh-ı şehîdân sürh-pisterdir

 

Zekâyî Efendi, ‘Mersiye-i Evlâd-ı Ali’ başlıklı şiirinde ise Hz. Hüseyin’in hem şehîdlerden müteşekkil süvâri takımının baş askeri, komutanı, hem de velâyet ülkesinin şâhı ve Muhammed ümmetinin yeni zikrinin doğuş yeri olduğunu kaydeder:

...

Zümre-i hayl-i şehîdânın odur ser-askeri

Şâh-ı iklîm-i velâyetdir Hüseyn-i Kerbelâ

Matla‘-ı nev-zikr-i ümmetdir Hüseyn-i Kerbelâ 

 

XIX. asır mutasavvıf şâirlerinden olduğu kaydedilen Haydar, ‘Mersiye-i İmâm Hüseyn’ adlı şiirinin bir beytinde, Şeyh Mustafa Zekâyî Efendi gibi Hz. Hüseyin’in şehîdlerin komutanı olduğunu belirterek gönüllerin onun için âh ve feryad etmesini ister:

 

Kulundur Haydar-ı kemter şefâ‘at kıl şâh-ı kişver

Sensin şehîdâna serasker gönül âh u figân eyle

 

Rifâiyye tarîkatından Edirneli Şeyh Kabûlî Mustafa Efendi (v. 1244/1829), Dîvân’ında yer alan bir beytinde Hz. Hüseyin’i ‘Şâh-ı merdân-ı şehâdet’ (Şehîd olmuş yiğitlerin şâhı) ve ‘Şehîd-i Kerbelâ’ (Kerbelâ’nın şehîdi)’ olarak nitelendirerek onun Hz. Peygamber’in torunu olduğunu ifade ederken, ‘Mersiye-i Düvâzdeh-İmâmân’ başlıklı müsemmen nutkunda da onun mazlûmların şâhı, Hz. Ali’nin oğlu ve Kerbelâ şehîdlerinin başkomutanı olduğunu kaydeder:   

 

Şâh-ı merdân-ı şehâdet ol şehîd-i Kerbelâ

Hazret-i Seyyid Hüseyin bast-ı Fahr-i Enbiyâ 

***

Şâh-ı mazlûmân u ferzend-i Aliyü’l-Murtazâ

Ol Hüseyin şâh serdâr-ı şehîd-i Kerbelâ

 

Bu asırda Halvetî-Sivâsî şeyh ve şâirlerinden, aynı zamanda Şemseddîn Sivâsî Hazretleri’nin torunu olan Ahmed Sûzî Efendi (v. 1246/1830), Dîvân’ında yer alan bir şiirinde, Kerbelâ şehîdlerinin şâhı olan Hz. Hüseyin’e âh u vâh edilmesini, onları sevmeyenlerin münkir ve münâfıklardan olduğunu beyan etmekte, dolayısıyla bu tip kimselere nefret duyulması gerektiğini öğütlemektedir:

 

Buları sevmeyen münkir münâfıklardan et nefret

Âh Hasan âh vâh Hüseyin âh şâh-ı şehîd-i Kerbelâ 

 

XIX. asrın meşhûr Kâdirî şeyhi, şâir, Hacı Hasan Şirvânî’nin halîfelerinden Müştâk Baba (v. 1247/1831)’ya göre şehîdler sultânının şehîd edildiği 10 Muharrem öyle bir kara gündür ki onu sevenler bugünde feryat ve figâna boğulur:

 

Bugün ol bir siyeh gündür ki ey cân

Şehîd oldu o sultân-ı şehîdân

Bu gün ehl-i mahabbet eyler efğân

Muharrem’dir meded ey dil Muharrem

 

Hem Celvetî hem de Nakşî olan klasik şâirlerden Ayıntablı Aynî (v. 1837), Hz. Hüseyin’in mübârek na’şı 10 Muharrem’de perişan bir vaziyette, ayaklar altına alınmış olsa da yarın kıyâmet gününde şehîdlerin önderi o olacaktır: 

 

Pây-mâl oldunsa imrûz ölisin

Her şehîdün serveri ferdâ Hüseyn

 

Hamzavî-Melâmî olduğu kaydedilen Kethüdâzâde Muhammed Ârif Efendi (v. 1265/1849), mersiyesinin bir beytinde, kıyâmet gününde herkes Hz. Ali’nin elinden Kevser suyunu içerken, Hz. Hüseyin’in susuz kalıp Kerbelâ’da şehîd olduğunu söyler:

 

Ehl-i mahşer dest-i Hayder’den içerken Kevser’i

Sen susuzlukla şehîd-i Kerbelâ’sın yâ Hüseyn 

 

Yine bu asırda Halvetî-Şa‘bânî tarîkatından, Dîvân’ı da bulunan Hacı Muhammed Aydî Baba (v. 1282/1865) bir mersiyesinde, âşıkların kalbine Hz. Hüseyin’in nûru cilâ vermişken onun bir kısım kötü yol sahiplerinin elinde kaldığını, böylece şehîdlerin cümlesinin önderi olup en yüce şana ulaştığını kaydeder:  

 

Geldi aşûr-ı Muharrem âşıka eyler salâ

Kim olur bu dem Hüseyn içün figâna mübtelâ

Mücib-i Cennet’dir el-hak sâbıra kerb-i belâ

Kalb-i uşşâka Hüseyn’in nûrı vermişken cilâ

Bir bölük kem-râh elinde kaldı şâh-ı Kerbelâ

Server-i cümle şehîdân oldu ol şân-ı a‘lâ

 

Kâdiriyye’nin Şemsiyye kolunun müessisi ve aynı zamanda şâir olan Üsküdarlı Seyyid Osman Nûreddîn Şems Efendi (v. 1300/1883), Mersiye-i Cenâb-ı Seyyidü’ş-Şühedâ adıyla Üsküdar Çarşamba Dergâhı Son Postnişîni Şeyh Hayrullah Tâceddîn er-Rifâî (Yalım) tarafından tab ve neşredilmiş olan uzun muhammes tarzındaki mersiyesinde, ayrılığın, gözünün yaşıyla ayın etrafında ışık halkası şeklinde gözüktüğünü, utancından güneşin yüzünün kıpkırmızı kesildiğini, hasretin, gözyaşı gibi parlak ve hareketli çarka döndüğünü, şehîdlerin şâhının mâtemiyle gecenin siyah şala büründüğünü ve yas gecesinde sînede renkli kaftan görülmesinin uygun düşmediğini belirtir: 

 

Sirişk-i dîde-i firkatle oldu mâh der-hâle

Büründü hacletinden vech-i neyyir mu‘ciz-i âle

Misâl-ı eşk-i çeşm-i hasret oldu çarh-i cevvâle

Girüb şâh-ı şehîdân mâtemile şeb siyeh şâle

Dedi mâtem şebinde sînede rengîn kabâ olmaz 

 

Osman Şems Efendi, mersiyesinin devamında ise Hz. Hüseyin’e şöyle seslenir: Ey iki cihânda buyruk sahibi Kerbelâ şehîdinin şâhı! Sen öyle bir sultânsın ki sana hem dünya hem de âhiret verilmiştir. Şefkatinin tatlı suyu, yeşil zebercedden olan Me’vâ Cenneti’nin gül bahçesidir. Lûtfunun nimetleri Cehennem ve onun beşinci tabakası olan Gayya kuyusunun ocağıdır. Bundan dolayı yerde ve gökte sana kim köle olmaz ki!   

 

Eyâ şâh-ı şehîd-i Kerbelâvî dü cihân-fermâ

O şehsin ki müsellemdir sana dünyâ vü hem ‘ukbâ

Zülâl-ı şefkatın gül bahçesidir Cennetü’l-me’vâ

Na‘îm-i lûtfetin tennûrı oldu dûzah u gayyâ

Zemîn u âsumân içre sana kimler gedâ olmaz

 

Nakşibendiyye şeyhlerinden Karabağlı Hamza Nigârî (v. 1885)’ye göre, Hak yolunun çılgın âşıkları Kerbelâ şehîdi gibidir. Ciğer yakan okla şehîd olanlar da yine Kerbelâ şehîdinin şâhına benzer ki âşıklara ondan miras kalmıştır. Ancak hikâye naklediciler Kerbelâ şehîdinin başından geçen o yürek burkan hâdiseyi anlatmamalıdır. Zira o hâdiseden dolayı zaten âşıklar gözleri nemli ve sîneleri yaralıdır:    

 

Âferîn ol âşık-ı şeydâya kim virmiş revân 

Râh-ı Hak’da kılmış ol kâr-ı şehîd-i Kerbelâ

***

Şehîd-i nâvek-i dil-dûz olursam n'ola zîrâ kim

Bana bu irs ol şâh-ı şehîd-i Kerbelâ’dandır

***

Şehîd-i Kerbelâ’nın ser-güzeştin kılma ey râvî

Ki biz ol mâcerâdan dîde-nemnâkiz sîne-çâkız

 

Muharrem ayında tekkelerde mersiyeleri okunan Bektâşî şeyh ve şâirlerinden Hacı Muhammed Mebnî Baba (v. 1891), bir nutkunda Hz. Hüseyin’in, Hakk’ın sevgilisi, Hak dostlarının şâhı, Hz. Peygamber’in göz nûru, aydınlığı ve sırrının vârisi, Hz. Ali’nin pâk evlâdı, Hz. Fâtıma’nın ciğerpâresi olmanın yanında Kerbelâ şehîdlerinin şâhı olduğunu belirtirken, diğerinde bütün her şeyinin, canının bile Hz. Hüseyin olup, bu âlemde ondan başka bir varlığı bulunmadığını ve canının o şehîdler şâhına kurban olduğunu ifade etmektedir:

 

Kurretü’l-ayn-i Habîb-i Kibriyâsın yâ Hüseyn

Pâk ferzend-i Aliyyü’l-Murtazâsın yâ Hüseyn

Hem ciğerler pâresi Hayrü-nisâsın yâ Hüseyn

Hazret-i şâh-ı şehîd-i Kerbelâsın yâ Hüseyn

Âh Hüseynim vâh Hüseynim şâh Hüseyn-i Kerbelâ  

...

Nûr-ı çeşm-i Mustafâ mahbûb-ı Sübhândır Hüseyn

Vâris-i sırr-ı Nebî hem şâh-ı merdândır Hüseyn

Hâdî-i râh-ı Hudâ’dır genc-i nihândır Hüseyn

Mazlûmân-ı şâh-ı sâlâr-ı şehîdândır Hüseyn

Âh Hüseynim vâh Hüseynim şâh Hüseyn-i Kerbelâ

***

Hep vârım anın cân dahi âlemde neyim var

Cânım fedâ ol şâh-ı şehîdân-ı Hüseyn’e

 

1312/1894 yılında vefat ettiği kaydedilen, Bektâşî tarîkatından, hem ‘Kemter’ hem de ‘Râşid’ mahlasını kullanmış olan Râşid Ali Efendi, ‘Şâh-ı Şehîdân’ adlı mersiyesinde bir yandan ümitsiz olmadığını ve Hakk’ın lûtuf kapısından ihsan istediğini, dertli bir kimse olarak derdine derman talep ettiğini, O’ndan merhamet ve ihsan arzusunda olduğunu söylerken, öte yandan Kerbelâ şehîdlerinin sultânı Hz. Hüseyin’in kanı için kan istemektedir:

 

Nâ-ümîd olmam der-i lûtfundan ihsân isterim

Derdliyem nâ-çâr kaldum derde dermân isterim

Merhamet ihsân senün kemter de her ân isterim

Kerbelâ şâh-ı şehîdân kanı çün kan isterim

 

Son devirde yetişmiş, Merdivenköy Şahkulu Sultân Dergâhı postnişînlerinden Muhammed Ali Hilmi Dedebaba (v. 1908), bir mersiyesinde, Hz. Hüseyin’in Hz. Peygamber’in torunu, Hz. Ali’nin gözünün nûru, sürûru olduğunu belirterek onun zulm ile şehîd edildiğini, bu yüzden ağlamak gerektiğini söylerken, diğerinde şehîdlerin şâhının aşkına, başlarını âdeta topa çevirdiklerini, bu sebeple Kerbelâ için canlarını fedaya hazır Hüseynîlerden olduklarını ve diğer birisinde ise onun Kerbelâ şehîdinin şâhı, Hz. Peygamber’in kızı Fâtıma’nın gözü, enbiyânın kandilinin ışığı ve Hz. Ali el-Murtezâ’nın noktası olduğunu beyan eder.  

 

 

Aç