Selçuklu kumandanı Feridun bin Ahmed hazretlerinin bizzat yazdığı Hazreti Mevlana’nın şahsiyetini tanıtan, velayet gücünü, menkıbelerini ve yakınlarını anlatan en sağlam belge niteliğinde bir eserdir. “Sipehsâlâr Menâkibi” veya “Sipehsâlâr Risalesi” olarak şöhret bulan bu kıymetli bir eser Farsça olup bir asır kadar önce büyük âlim ve mutasavvıf Ahmed Avni Konuk ve Mithat Behari Hüsami tarafından tercüme edilmişti.
Sipehsâlâr Feridun ilim sahibi, kültürlü bir kimsedir ve kırk yıl Hazreti Mevlana’nın müritliğinde bulunmuştur. Pir'inden görüp işittiklerini bu kitapta toplamış, Sultan Veled Hazretlerinin bu notları inceleyip çok beğenmesi ve emri üzerine yazılıp çoğaltılmıştır.
Eserde Hazreti Mevlana’nın özellikleri, düşünce ve davranışlarıyla ondan görülen kerametler anlatılmaktadır. Hazreti Mevlana’nın babası, hocası, yakın dostları ve halifelerinin de tanıtıldığı bu eser, aynı zamanda tasavvuf tabir ve terimleri hakkında açıklamalar da ihtiva etmektedir. Halifeleri, dostları, müritlerinin ileri gelenleri ve Şemseddin Tebrizî hakkında da bilgiler içeren eserde keramet, sema, aşk, vecd, tevhid, ittihad, havf, reca gibi tasavvufî konular da açıklanmaktadır.
Üç kısım, yedi bölüm ve yetmiş makam olarak tertip edilmiş ve Türkçe-Arapça bir eser olan Şifâu’l-Esrâr; şeriat, tarikat ve hakikat konusunu işlemiştir.
Mithat Behari Hüsami’nin Sipehsalar Risalesi’ne Şems-i Tebirizi Hazretlerinin kayboluşu ile ilgili düştüğü dipnottan:
“Bazıları Şems Hazretleri’nin kayboluşunu katledilerek şehit edilmesine atfediyorlarsa da bu hususta bir belge olmadığı gibi gerek Sultan Veled ve gerek bu kitabın yazarı Feridun Sipehsalar böyle bir şeyden bahsetmemişlerdir. Bu da zannın doğru olmadığına en büyük delildir. Kayboluşu Hazreti Mevlana’nın onu aramak için Şam’a gitmesinden anlaşılmaktadır.
Gerçi Hazreti Şems’in nereye gittiği bilinmemektedir. Fakat Şam’a geldiği ilk kayboluşunda da mektup yazmadan önce bilinmiyordu. O halde Hazretin, habersizce başka bir yere gitmiş olduğu mümkün ve Hazreti İsa ve İdris (as) gibi baştanbaşa nur olan kutsal vücudunun gayb göklerine yükselmiş olması da muhtemeldir.
Gerçi Hazretin nereye gittiğini ve nasıl kaybolduğunu keşfetmek, Hazreti Mevlana gibi büyük bir veli için işten bile değildi. Mesnevi’de “Bu Ayrılık ve Kanlı Ciğer” diye bildirdiği canı gibi sevdiği Şems’ini birden kaybedince, kalbindeki aşk nurları parlamış, iştiyak deryaları coşmuş, bir gölge gibi kalan mükaşefesini kalbinden yakıp götürmüştü. Kendinden geçerek Şems’ini aramaya koştu.
Bu hal peygamberlerde de görülmüştür. Nitekim Hazreti Yakup gözünün nuru Yusuf’unun ani ayrılığıyla kalbindeki aşk ateşi birden parlayarak Kenan ilinde Yusuf’unun kuyu içinde olduğunu keşfetmedi de Yusuf’un gömleğini taşıyan kervan Mısır’dan ayrılınca “Ah Yusuf’un kokusunu alıyorum” diye âşıkça sevinci belirtti. Güya Mısır tarafından esen yel, ona Yusuf’un müjdesini getirmişti. Halbuki Mısır, kuyunun bulunduğu yerden pek çok daha uzaktı. Fakat o zaman Yakub’un göğsündeki aşk deryası ilk ayrılıkta olduğu kadar coşkun değildi.”
* * *
Şeyh Salahaddin Zerkub Konevi Hazretlerinin müridlerinden birisi anlatmıştır.